-
1 güzel
краси́вый прекра́сный* * *1.1) краси́вый, прекра́сныйgüzel çiçek — краси́вый цвето́к
2) хоро́ший, прия́тныйgüzel düşünce — прекра́сная иде́я
güzel hava — хоро́шая пого́да
3) великоле́пный2.güzel bir fırsat — великоле́пный слу́чай
краса́вица3.dünya güzeli — а) пи́саная краса́вица; б) необыкнове́нно краси́вый челове́к
1) краси́во, прекра́сноgüzel konuştu — он прекра́сно говори́л
2) хорошо́, превосхо́дноçok güzel çalıştık! — мы о́чень хорошо́ порабо́тали!
güzel! — ла́дно!, хорошо́!, прекра́сно!
çok güzel! — о́чень хорошо́!, отли́чно!, замеча́тельно!
••güzelin talihi çirkin olur — посл. ≈ не роди́сь краси́вой, роди́сь счастли́вой
her güzelin bir kusuru var — погов. ≈ и на со́лнце быва́ют пя́тна
- güzelim- güzelim! -
2 hava
hava [xava] s\hava almak (açık \havada gezmek) frische Luft schnappen; ( umduğunu bulamamak) leer ausgehen; (içine \hava almak) Luft durchlassenlastiğe \hava basmak einen Reifen aufblasen\havadan sudan konuşmak ( fam) ins Blaue hineinreden\havaya uçurmak in die Luft sprengen\havanın gözü yaşlı es sieht nach Regen ausbugün \hava güzel es ist heute schönes Wetter3) Klima nt\hava değiştirmek das Klima ändernburanın \havası sert das Klima hier ist rauaçık \havada unter freiem Himmel6) (dans \havası) Melodie f\havası olmak Flair habenkadın güzel değil, ama \havası var die Frau ist nicht schön, aber sie hat Flairodanın öyle lüks bir \havası var( dır) ki, ... das Zimmer hat ein solches Flair von Luxus, dass...\havayı bozmak die Stimmung verderben\havasını bulmak in Stimmung kommenbu sözlerin sonu \hava! ( fam) das ist nur leeres Gerede! -
3 дивный
çok güzel,harika,enfes* * *fevkalade güzel; harika; enfesди́вная пого́да — enfes bir hava; fevkalade güzel bir hava
ди́вный го́лос — harika bir ses
ди́вные творе́ния приро́ды — doğanın harikalı eserleri
-
4 belle
-
5 превосходный
mükemmel, fevkalade güzel, harikulade; enfesпревосхо́дная пого́да — fevkalade güzel bir hava
превосхо́дный виногра́д — enfes üzüm
••превосхо́дная сте́пень — грам. enüstünlük (derecesi)
-
6 quel
I1 question nasıl ['nasɯɫ]2 exclamation Ne [ne]3 quel que ne olursa olsun◊Quelle que soit la raison, vous avez eu tort. — Nedeni ne olursa olsun, haksızdınız.
IINe [ne] -
7 quelle
I1 question nasıl ['nasɯɫ]2 exclamation Ne [ne]3 quel que ne olursa olsun◊Quelle que soit la raison, vous avez eu tort. — Nedeni ne olursa olsun, haksızdınız.
IINe [ne] -
8 haben
haben <hat, hatte, gehabt> ['ha:bən]I vtein Haus/ein Auto/Kinder \haben evi/arabası/çocukları olmak, ev/araba/çocuk sahibi olmak;ich habe zwei Kinder (benim) iki çocuğum var;lieber \haben tercih etmek;hier hast du das Buch al işte kitabı;er hat außergewöhnliche Fähigkeiten olağanüstü yetenekleri var, olağanüstü yeteneklere sahiptir;Zeit \haben vakti olmak;Hunger/Durst \haben aç/susamış olmak;Fieber \haben ateşi olmak;kann ich bitte den Zucker \haben? şekeri alabilir miyim?;wir \haben heute schönes Wetter bugün hava güzel;den Wievielten \haben wir heute? bugün ayın kaçı?;morgen \haben wir Mittwoch yarın çarşamba;sie hat es weit nach Hause eve kadar yolu uzundur;sie hat es nicht leicht mit ihm onunla işi kolay değildir;das Haus hat was von einem Schloss evin sarayımsı bir havası var;und was habe ich davon? benim bundan çıkarım ne?;was hast du? neyin var?;dafür ist er nicht zu \haben öyle işlere yanaşmaz;da \haben wir den Salat/die Bescherung ( fam) ayıkla pirincin taşını!, öp babanın elini!, buyurun cenaze namazına!;etw dagegen \haben bir şeye karşı olmak;nichts dagegen \haben bir şeye karşı olmamak, bir şeye diyeceği olmamak;etw \haben wollen bir şeyi canı istemek, bir şeyi elde etmek istemek;was hat es damit auf sich? bu ne anlama geliyor?;ich kann das nicht \haben ( fam) ben buna gelememetw hinter sich \haben bir şey arkasında olmak;ich habe noch viel vor mir daha yapacağım çok işler var;sie hat etwas mit dem Tennislehrer ( fam) tenis öğretmeniyle ilişkisi var;ich hab's! buldum!ich habe noch sehr viel zu tun daha yapacak çok işim var;hier hat er nichts zu suchen burada işi yok;jetzt hast du zu schweigen şimdi susman gerekliII vrsich \haben ( fam) ( sich anstellen) hava basmak;hab dich nicht so! öyle nazlanmasana!;damit hat sich die Sache ( fam) bu iş böylece kapandı -
9 schön
schön [ʃø:n]I adj güzel;das Wetter ist \schön hava güzel;eines \schönen Tages günlerden bir gün;\schöne Ferien! iyi tatiller!;das war nicht \schön von dir bu yaptığın hiç güzel değildi;das wäre ja noch \schöner! ( fam) hiç olur mu öyle şey!;na \schön! pekâlâ!;das ist gut und \schön, aber... ( fam) bu iyi güzel ama...;zu \schön, um wahr zu sein ( fam) o kadar güzel ki, inanılacak gibi değilsie singt \schön güzel şarkı söylüyor;das hat ja ganz \schön weh getan bu bayağı da acıdı;ihr habt es \schön bei euch sizin burası çok güzel;sei \schön brav! ( fam) uslu dur bakayım!;danke \schön teşekkür ederim;bitte \schön rica ederim;was ist daran \schön? bunun neresi [o nesi] güzel? -
10 faire
Iv t1 fabriquer yapmak2 mesurer ölçüm değeri◊Cette table fait deux mètres de long. — Bu masa iki metre uzunluğundadır.
◊Ça fait vingt euros. — Yirmi euro ediyor.
3 égaler eder [e'deɾ]◊Deux et deux font quatre. — İki, iki daha dört eder.
4 exécuter bir şey yapmak5 effectuer meşgul olmak◊Je ne sais pas quoi faire. — Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
6 accomplir gerçekleştirmek7 avoir comme activité bir faaliyet, bir iş yapmak8 neden olmak◊Ce gâteau fait envie. — Bu pasta arzular uyandırıyor.
◊Ces vacances m'ont fait du bien. — Bu tatil bana iyi geldi.
♦ cela ne fait rien bir şey değil9 avoir comme aspect yapmak10 davranış [davɾa'nɯʃ]11 exprimer ifade etmek12 yol almak◊Nous avons déjà fait vingt kilomètres. — Şimdiden yirmi kilometre yol aldık.
IIv iyapmak, etmek◊Il a bien fait. — İyi etti.
◊Vous feriez mieux de rentrer. — Evinize dönseniz dha iyi edersiniz.
v imperszaman veya iklim gösterir◊Il fait nuit. — Gece oldu.
◊Il fait beau. — Hava güzel.
IVv auxcauser (suivi d'un inf.) neden olmak◊Fais-moi penser à lui téléphoner. — Ona telefon etmemi hatırlat.
-
11 hele
1. above all, especially, particularly, in particular: Hele oraya hiç gitmez. He never goes there in particular. Ne güzel kızlar, hele Ayşe! What beautiful girls, especially Ayşe! Hele ben! Hiçbir şeyden haberim yoktu. And me? I wasn´t aware of a thing! 2. Just.../If only... (used with a verb in the imperative or subjunctive): Hele yapsın, parçalarım onu! Just let him do it and I´ll tear him to pieces! Hele sus bir dakika! If you´ll only be quiet for a minute! Bu ödülü kazan hele, sana araba alacağım. Just win this prize and I´ll buy you a car! 3. at least: Hele bugün bu kadarını yap da gerisini yarın tamamlarsın. Do at least this much today, and you can do the rest tomorrow. Hele yetmiş yaşında var. She´s at least seventy. 4. at last, finally: Hele rüzgâr kesildi. At last the wind has died down. - bak! Just look at...!/My...! (used with a verb in the imperative or subjunctive): Hele bak, Ahmet´imiz nasıl büyüdü! Just look at how our Ahmet has grown! - bir 1. Just let...!: Hele bir gelmesin! Just let him not come! Hele bir denesin! Just let her try! 2. Just.../If only... (used with a verb in the imperative or subjunctive): Hele bir kitabımı bitireyim, o zaman konuşuruz. Just let me finish my book and then we´ll talk. Hele hava iyice bir kararsın, o zaman sıvışacağız. Let´s let it get good and dark and then we´ll sneak out. - de furthermore, and what´s and what´s more. - hele 1. Come on and tell us!: Hele hele, daha neler gördün bakalım? So tell us what else you saw! Hele hele, sonra ne oldu? So what happened next? Hele hele, anlat bize! Come on and tell us! 2. Come on!: Hele hele, aç bakalım! Come on and open it! - şükür! Thank goodness! -
12 выдаваться
çıkık olmak; sivrilmek* * *несов.; сов. - вы́даться1) ( выступать) çıkık olmak; çıkıntı meydana getirmekпорт треуго́льником выдаётся в мо́ре — liman bir üçgen biçiminde denize uzanır
2) ( отличаться) sivrilmek, temeyyüz etmek3) разг. ( оказываться)рабо́ты вы́далось мно́го — çok iş çıktı
е́сли вы́дастся удо́бный слу́чай — fırsat düşerse
денёк сего́дня вы́дался на сла́ву — bugün hava güzel mi güzel
-
13 fair
dürüst, dogru, esit, adil; orta, vasat, söyle böyle; (hava) açik, güzel; sarisin, kumral; (ten, saç) açik renkli; (kadin) güzel, çekici; temiz, net,adilane, hakça, dürüstçe, kurallara uygun; güzelce, efendice; açikça, anlasilir bir sekilde, temiz olarak, -
14 fine
para cezasi, para cezasina çarptirmak,güzel, iyi, kaliteli; çok ince, incecik; ince, küçük, kirintilar halinde; (hava) güzel, açik, parlak; saglikli, rahat, keyfi yerinde; (is) dikkatli, iyi, ustaca yapilan; (maden) saf, som,ince ince; çok iyi, iyi bir se -
15 Flair
die Frau ist nicht schön, aber sie hat \Flair kadın güzel değil ama havası var;das Zimmer hat ein solches \Flair von Luxus, dass... odanın öyle lüks bir havası var(dır) ki,... -
16 yok
",-ku/-ğu 1. not existing, nonexistent. 2. not present, absent; not at hand, not available. 3. used to indicate a refusal to participate in something: Siz onu yapacak olursanız ben yokum. If you´re going to do that I´m not coming with you. O işte ben yoktum. I had nothing to do with that matter. 4. no (a negative reply). 5. but if not...: Sınavı kazandın, ne güzel; yok kazanamadın, bir daha denersin. If you pass the test, that´ll be great; but if you fail it, then you´ll just take it another time. 6. used sarcastically at the beginning of each of several successive clauses: Yok hava kötüymüş, yok zamanı değilmiş, kısacası bu işe yanaşmayacağı belliydi. If it wasn´t that the weather was bad, then it was the fact that the time wasn´t ripe; in short, it was clear that he wasn´t going to get around to doing this job. 7. used for emphasis at the beginning of a statement: Yok, iyi adam vesselam. He´s a good fellow, and that´s all there is to it. -tan 1. from nothing. 2. for no reason. - canım! colloq. 1. I wouldn´t think of it!/I wouldn´t dream of it! 2. You can´t be serious!/You´re having me on! 3. That´s not the case./You´ve misunderstood. - devenin başı! colloq. You´re pulling my leg!/You´re feeding me a line! - etmek /ı/ to do away with or get rid of (someone, something) completely. - oğlu yok. colloq. None of these people/things are here!/Not one of them is to be found! - olmak to disappear; to vanish. - pahasına very cheaply, for nothing, for a song. - satmak (for a merchant) to have nothing left to sell. - yere for no reason at all. - yok. 1. proverb Don´t suppose that something cannot be found or cannot happen, because it can. 2. No! No! " -
17 assez
1 suffisamment yeterli [jeteɾ'li]♦ assez ! yeter !♦ en avoir assez de qqch bir şeyden bıkmak2 plutôt oldukça [ol'dukʧa]◊Il fait assez beau. — Hava oldukça güzel.
См. также в других словарях:
güzel — sf. 1) Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı Yalının en güzel odası bizimdi. Güzel kız. Güzel çiçek. 2) İyi, hoş Güzel şey canım, milletvekili olmak! Ç. Altan 3) Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran Güzel… … Çağatay Osmanlı Sözlük
hava — is., Ar. hevā 1) Hava yuvarını oluşturan, bütün canlıların solunumuna yarayan, renksiz, kokusuz, akışkan gaz karışımı 2) Meteoroloji ile ilgili olayların bütünü Hava biraz bozukçaydı, dışarıda serin bir yağmur çiseliyordu. M. Ş. Esendal 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
hoşça — sf. 1) Hoş bir biçimde olan 2) zf. Hoş olarak, iyice, güzelce Bir hayli seneler hoşça yaşadıktan sonra, böyle bir yerde, güzel bir hava intihap ederek ölmüş... M. Ş. Esendal Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller … Çağatay Osmanlı Sözlük
depo — is., Fr. dépôt 1) Korunmak, saklanmak veya gerektiğinde kullanılmak için bir şeyin konulduğu yer, ardiye Eşya deposu. Su deposu. 2) Bir malın toptan satıldığı ve çokça bulunduğu yer Ben depoya güzel bir portatif eczane ısmarlayacağım. M. Yesari… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kesik — sf., ği 1) Kesilmiş olan Biri saçları kesik, gözleri ayrık, dişleri dökük fakat çok dinç ve güzel bir nineydi. H. E. Adıvar 2) Kesilerek bozulmuş olan Kesik süt. 3) Kısa 4) is. Çiğ sütten yapılan yağsız peynir, çökelek, ekşimik 5) is. Gazete,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
sinema — is., Fr. cinéma 1) Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi 2) Film… … Çağatay Osmanlı Sözlük
park — is., Fr. parc 1) Bir yerleşme merkezinde halkın gezip hava alması için düzenlenmiş ağaçlı ve çiçekli büyük bahçe Park ismi de güzel ya, millet bahçesi uzunca ama daha güzel. S. F. Abasıyanık 2) Otopark 3) Trafik zorunlulukları dışında durma… … Çağatay Osmanlı Sözlük
Mahsun Kırmızıgül — Born April 1, 1969 (1969 04 01) (age 42) Diyarbakır, Turkey Origin Kurdish Zaza Occupations Singer songwriter, record producer, film producer, ac … Wikipedia
Nazim Hikmet — Briefmarkenausgabe zum 80. Geburtstag Nâzım Hikmets (Sowjetunion 1982) Nâzım Hikmet (Ran) (IPA:naːˈzɯm hikˈmet) (* 20. Januar 1902 in Thessaloniki, † 3. Juni 1963 in Moskau) war ein türkischer Dichter und Dramatiker. Er gilt als Begründer der… … Deutsch Wikipedia
Nazım Hikmet — Briefmarkenausgabe zum 80. Geburtstag Nâzım Hikmets (Sowjetunion 1982) Nâzım Hikmet (Ran) [naːˈzɯm hikˈmet] (* 20. Januar 1902 in Thessaloniki; † 3. Juni 1963 in Moskau) war ein türkischer … Deutsch Wikipedia
Nâzım Hikmet — Briefmarkenausgabe zum 80. Geburtstag Nâzım Hikmets (Sowjetunion 1982) Nâzım Hikmet (Ran) (IPA:naːˈzɯm hikˈmet) (* 20. Januar 1902 in Thessaloniki, † 3. Juni 1963 in Moskau) war ein türkischer Dichter und Dramatiker. Er gilt als Begründer der… … Deutsch Wikipedia